Çevre ve Gıda Güvenliği Üzerine
- iugurtoprak
- 21 May
- 5 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 17 Haz

Takvimlerimizde iki önemli gün var bu hafta. 5 Haziran Dünya Çevre Günü ve 7 Haziran Dünya Gıda Güvenliği Günü
İnsanlar, dünyanın varlığının ilk zamanlarından bu yana tarımla hep ilgilendi. O dönemlerde insanların sahip olduğu en kıymetli varlıkları topraklarıydı. Doğal kaynakları tüketirken, üretim yapmanın ne kadar önemli bir gereklilik olduğunun da farkındalardı ve gıda ile tarım alanında üretime ciddi katkıları vardı. Ancak şu an yaşadığımız dönemde işler ne yazık ki tersine dönmüş durumda. Sanayi devriminden sonra kalkınmanın sadece katma değeri olan ürünlerle olabileceği konusunda bir anlayış gelişmeye başladı. Ekonomi, kalkınma, sanayi alanında yapılan gelişmeler tarımsal kalkınmaya ters etki yaratmaya başladı. Tarımsal üretimler azaldı. Köyden kente göç arttı. Nüfus arttı. İşsizlik katlanarak artışa geçti. Bunları sadece Türkiye için olarak düşünmek elbette yanlış olur. Bu süreç dünyanın çoğu ülkesinde yaşanan olumsuzluklar. Dünyada şu anda var olan bir savaştan bahsediyoruz. Bu savaş, doğaya karşı verdiğimiz bir savaş. Sorunun en büyük nedenlerinden birini, üretim süreçlerinin ve mevcut kaynakların neo-liberal politikalar ile beslenmiş toplumun, oluşmuş tüketim algısına ve sahte ihtiyaçlarına yetmemesini gösterebiliriz. Artan nüfus ile birlikte artık kitlesel üretim sadece mevcut kaynaklarımızı hızla tüketmiyor, aynı zamanda geleceği de ciddi şekilde tüketmeye başladı. Aslında insanlar gelecekte dünyanın doğal kaynaklarının ne derecede tükeneceğini tahmin edebiliyor. Ama buna rağmen maalesef bu tehlikeyle savaşan çok az bir kesim var.
Gıdanın adaletsiz dağılımı, tarımsal üretim kalitesinin azalması ve su kirliliğinin artması dünyanın belli bölgelerinde açlık savaşına ön ayak oluyor. Temiz ve sağlıklı gıdaya ulaşmak giderek zorlaştığı için sağlıklı yaşamak lüks haline geldi. Dünyanın belli bölgelerinde oluşan açlığı engellemek ve gelecek nesillerin obezite olma riskini azaltmak için sürdürülebilir gıda ve tarım sistemleri uygulanmaya başlanmalı. Sürdürülebilir tarım ve gıda sistemlerinin yürütülmesi konusunda geri kalmış ülkemiz, coğrafi konum ve iklim koşulları yönünden tarım yapmaya oldukça elverişli. Bu şansı değerlendirmek ve geliştirmek adına ivedilikle sürdürülebilir tarım ve gıda sistemlerinin konvansiyonel üretimin önüne geçmesi sağlanmalı. Bugün dünyada yeterli kaynak olmasına rağmen açlıktan, insanların temiz ve adil gıdaya ulaşamadığından söz ediyoruz. Ancak kapımızdan içeri giren küresel iklim değişikliğinin yarattığı kriz tarım alanlarının dolayısıyla da gıda kaynaklarının azalmasına neden oluyor. Tarımsal üretimler, konvansiyonel üretimlerden uzaklaşmadığı sürece ne yazık ki bunun önüne de geçilemeyecek. Bilmek gerekir ki konvansiyonel üretim sınırsız değil.
İnsanlar doğaya el sürmeye devam ediyor ve bu durum devam ettikçe var olan kaynaklar ne yazık ki tükenmeye mahkum. Unutulmamalı ki, ekosistem insanlar tarafından oluşturulabilen bir sistem değil, doğa kendi sınırlarını kendisi çiziyor. Yaşanabilecek olan ekolojik krizi önlemek için ekosistemin sınırlarına insanlar tarafından müdahale olmamalı.
Birleşmiş Milletler raporuna göre, dünya nüfusunun 2050'de 9,6 milyara ulaşması bekleniyor. Türkiye'ye ilişkin nüfus beklentisi ise yaklaşık 95 milyon0. 2050 yılında dünya nüfusunun %70’inden fazlasının kentsel alanlarda yaşayacağı beklenmekte. Kentleşme, yaşam tarzlarına ve tüketim kalıplarına da değişiklikler getirecek. Kentsel nüfusun payı giderek artarken, kırsal alanlar oldukça uzun bir süre için yoksul ve aç çoğunluğa ev sahipliği yapacak. İnsanlar, sıcak noktalar ve ekolojik olarak hassas alanlarda yaşayabilmek için yüksek nüfus koşulları ve kötüleşen ekosistemler ile başa çıkmak zorunda kalacak. Artan nüfus ve gıda talebine rağmen artan sıcaklıkların sebep olacağı kuraklık ve aşırı hava olayları sebebiyle iklim değişikliği ile mücadelede önemli adımlar atılmadığı sürece bu tür salgınların olabileceği ve gıda güvenliğinin tehlikede olduğu uzun süredir vurgulanan bir sorun.
Meralarımızı ve tarım arazilerimizi koruyup sürdürülebilir kılmalı, biyoçeşitliliğe ve yerel tohumlarımıza sahip çıkıp su yönetimi ve gübre kullanımı konusunda daha iyi düzenlemeleri hayata geçirmeli ve ülkemizi ithalat sarmalından kurtarıp gıda egemenliği ilkelerine dayalı kamucu tarım ve gıda politikaları derhal hayata geçirilmeli. Çiftçiler, esnaf ve emekçi halk ekonomik olarak koruma altına alınmalı. Tarımın, serbest piyasa koşullarına terk edilemeyecek kadar stratejik bir sektör olduğu unutulmamalı, tarım açısından yeterli toprak büyüklüğü ve verimliliğine sahip ülkemiz; kendi öz kaynaklarına yönelmeli. Yaşamak nasıl bir insan hakkı ise sağlıklı, güvenli ve yeterli gıda ile temiz suya, uygun fiyatlarla sürdürülebilir bir biçimde ulaşabilmek de bir insan hakkıdır. Bunu sağlamak da kamunun en önemli görevlerinden biri.
Su sadece bir gıda değil, hava ve toprak gibi canlı yaşamının en temel ögelerinden biri. Su kaynaklarının sürdürülebilirliği tüm canlılar için olmazsa olmaz koşullardan biri. Güvenli su, gıda güvenliğinin ve gıda güvencesinin olmazsa olmaz koşullarının başında gelir. Yeterli ve güvenli suyun olmadığı koşullarda tarımsal üretimin yeterliliğinden, gıda güvencesinden ve gıda güvenliğinden söz edilemez. Güvenli suya erişim tüm insanlar için bir temel hak olduğu halde, Dünya Sağlık Örgütü 2018 verilerine göre dünyadaki insanların 5,2 milyarı güvenli suya erişebilirken en az 2 milyar insan kirlenmiş su (159 milyonu hiçbir işlem görmemiş dere, göl, vb. gibi su kaynaklarını) kullanmakta ve her yıl yaklaşık 842.000 kişi kirlenmiş kullanım ve içme suyu ile yetersiz hijyenin sebep olduğu ishal, vb. hastalıklar sebebiyle hayatını kaybetmekte ve ne yazık ki bunun 361.000’i 5 yaş altı çocuk. Gıdaya erişimde görülen dünyadaki dengesiz dağılım, güvenli suya erişimde de benzer şekilde görülmekte, yaklaşık 80 ülkede nüfusun % 40‘ı su talebini karşılayamamakta. Bir taraftan dünya nüfusu hızla artarken, diğer taraftan su kaynakları iklim değişikliği ve kuraklık başta olmak üzere çarpık kentleşme, aşırı nüfus artışı, sera gazlarındaki artış, tarımda bilinçsiz su kullanımı ve kontrolsüz/kuralsız sanayileşme gibi birçok nedenle azalmakta. Bu azalmaya karşı etkin önlemler alınmamakta, tam tersine her geçen gün özellikle madencilik, metalurji, kimya, dericilik gibi çeşitli endüstri kollarının sanayi atıklarıyla, evsel atıklarla, tarımsal kirleticilerle hızla kirlenmeye devam etmekte. Bu nedenle yerüstü ve yeraltı su kaynaklarının kirlenmesinin önüne geçilmesi, atık suların içilebilir sulardan uzak tutulması, tüketim amaçlı kullanılacak suların dezenfeksiyon arıtım vb. işlemlerden geçirilerek tüketime sunulması büyük önem taşımakta. Ülkemizde de atık suların bilinçsizce su kaynaklarına ve akarsulara aktarılması nedeniyle yeraltı ve yer üstü sularımızın kalite ve miktarında ciddi azalmalar ortaya çıkmakta. Şehirlerin rasyonel şekilde büyümemesi su sıkıntılarına da neden olmakta. Bunun sonucu olarak farklı alanlardaki havzalardan su temin edilmeye çalışılmakta ve bu şekilde su dengesi zarar görmekte. Bu nedenle şehir planlamaları yapılırken su havzalarının da dikkate alınması gerekir. Temiz su kaynaklarına ulaşmak giderek zorlaşmakta. 2030 yılında ülkemizde kişi başına düşen su miktarının 1100 m³‘e düşeceği öngörülmekte ve su temininde sorunlu ülkeler arasına gireceği tahmin edilmekte. Bu anlamda suyun doğru yönetilmesi yaşamsal önem taşımakta. Dünyada herkes için güvenli su sağlandığında küresel düzeyde hastalık ve ölümlerde önemli derecede gerileme sağlanması mümkün olabilecek. Sadece içtiğimiz suyun değil kullanma sularının da (evsel, tarımsal) sağlık kriterlerine uygun olması, suların temas ettiği malzemelerin (evsel depolar, taşıma boruları, tüketiciye sunulan ambalajlar, vb.) gıda ile temasa uygun ve temiz olması gerekir. Su kaynaklarının korunması ve sürdürülebilirliği açısından tüm kamu ve özel kurum, kuruluşlar, sivil toplum kuruluşları ve aynı zamanda tüm insanların ortak hareket etme sorumluluğu bulunmakta. Ancak suyun korunması, toplumun her kesimine ulaştırılması, atık suların bertarafı ve yeniden kazanımının planlanmasında devletin ciddi görevi var. Ayrıca HES’ler ile sular özelleştirilmekte, tek bir akarsu üzerine birçok HES yapılmakta, orada yaşayan diğer canlıların sudan yararlanma koşulları kısıtlanmakta, suyun öz niteliği değişmekte, içerisinde yararlı organizmalar bulunan, tarıma ve içme amacıyla kullanıma uygun olan “su varlıkları” giderek yok olmakta. Akarsularımızın HES şirketlerine verilerek özelleştirilmesine, akarsu havzalarında işletilen madenler ve sanayi tesislerinin, tarım ilaçlarının bilinçsiz kullanımının su kaynaklarımızı kirleterek tahrip etmesine izin verilmemeli, bu yönde hızla önlemler alınmalı. Unutulmamalı ki, gıdanın ve suyun adil dağıtılmadığı dünya güvenli değildir.
Dostlukla & Dayanışmayla
05.06.2023 - Yenigün Gazetesi





Yorumlar