Türkiye’de Prekaryalaşma ve Hızla Yükselen Prekarya
- iugurtoprak
- 21 May
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 19 Haz

Türkiye, özellikle son 20 yılda bilinçli bir şekilde ekonomik, sosyal ve kültürel dönüşümlerle birlikte prekaryalaşma sürecinin giderek daha belirgin hale geldiği bir ülke oldu sevgili dostlar. Prekaryalaşma, istikrarsız çalışma koşulları, güvencesiz istihdam, sosyal haklardan yoksunluk, yoksulluk ve belirsiz bir gelecekle karakterize edilen bir durum. Prekarya, küresel kapitalizmin bilinçli olarak unutturduğu sınıf teorisini ve kimlik sorununu bir araya getiriyor ve aynı kavram içinde açıklıyor. Ülke olarak son hızla, bile isteye, borçlandırılıyoruz, güvencesizleştiriliyoruz, istikrarsızlaştırılıyoruz, geleceksizleştiriliyoruz, sınıfsızlaştırılıyoruz ve sonucunda prekaryalaştırılıyoruz dostlar, Bu süreç, sadece işgücü piyasasıyla sınırlı kalmayıp, eğitimden sağlığa, sosyal ilişkilerden bireysel kimliklere kadar hayatın her alanına sirayet ediyor. Türkiye’de prekarya, yani bu koşullarda yaşayan kesim, hızla genişlerken, “prekilizasyon” olarak adlandırabileceğimiz bu dönüşüm, toplumsal yapıyı derinden etkiliyor.
Prekaryalaşma, küresel neoliberal politikaların, post kapitalist sistemin bir sonucu olarak 1980’lerden itibaren dünya genelinde hız kazandı. Türkiye’de ise bu süreç, özellikle 2000’li yıllarda serbest piyasa ekonomisinin derinleşmesi, esnek çalışma modellerinin yaygınlaşması ve sendikal hareketlerin zayıflamasıyla ivmelendi. Taşeronlaşma, geçici sözleşmeler, düşük ücretler ve iş güvencesinin erozyona uğraması, işgücü piyasasında prekarya sınıfının oluşumunu hızlandırdı. Tağşişli TÜİK verilerine göre bile, Türkiye’de kayıt dışı istihdam oranı hâlâ yüksek seyrederken, genç işsizlik oranları da %20’lerin üzerinde. Üniversite mezunu gençlerin büyük bir kısmı, eğitim aldıkları alanlarda iş bulamıyor ya da asgari ücretle, güvencesiz işlerde çalışıyor. Sektörlere göre farklılıklar göstermekle birlikte çalışan nüfusun yarısından fazlası asgari ücret almakta. Bu durum, sadece ekonomik bir sorun değil, aynı zamanda bir umutsuzluk ve aidiyet krizi de yaratıyor.
Prekaryalaşma, yalnızca mavi yakalı işçilerle de sınırlı değil sevgili dostlar. Beyaz yakalı çalışanlar, sanatçılar, akademisyenler ve özellikle teknoloji sektöründe çalışanlar bu dalganın etkisi altında. Örneğin, plaza çalışanlarının “esnek” çalışma saatleri; gerçekte uzun mesailer ve sürekli ulaşılabilir olma baskısı anlamına geliyor. Öte yandan, kuryeler, taksi şoförleri ve çağrı merkezi çalışanları gibi yeni nesil meslekler, prekarya sınıfının en görünür yüzünü oluşturuyor. Bu kesimler, sosyal güvenlikten yoksun, iş kazalarına açık ve işveren karşısında neredeyse tamamen korumasız durumdalar.
Prekaryalaşma, sadece iş yaşamını değil, bireylerin tüm yaşam pratiklerini dönüştürüyor. Türkiye’de prekilizasyon, ekonomik belirsizliğin ötesine geçerek sosyal ve psikolojik bir fenomene dönüşmüş durumda. Konut fiyatlarındaki artış, kiraların yükselmesi, gıda enflasyonunun ve geçim maliyetlerinin artması, orta sınıfı da prekarya koşullarına yaklaştırıyor. Gençler, ev kurma, aile kurma veya uzun vadeli plan yapma gibi temel yaşam adımlarını ertelemek zorunda kalıyor. Bu durum, “geleceksizlik” algısını güçlendiriyor ve bireylerde kaygı bozuklukları, depresyon gibi ruhsal sorunları tetikliyor.
Eğitim alanında da prekilizasyonun izleri görülüyor. Üniversite sayısının artması, diplomalı işsizler ordusunu büyütürken, eğitim kalitesindeki eşitsizlikler ve sınav odaklı sistem, gençleri sürekli bir rekabet ve belirsizlik sarmalına sürüklüyor. Sağlık sisteminde ise özel hastanelerin yaygınlaşması ve kamu hizmetlerinin yetersizliği, bireylerin temel sağlık hizmetlerine erişimini zorlaştırıyor. Bu, bir prekarya için hayatta kalma mücadelesini daha da karmaşık hale getiriyor.
Prekarya, homojen bir sınıf değil; farklı sosyo-ekonomik gruplardan, farklı ideolojilerden ve yaşam tarzlarından bireyleri kapsıyor.
Prekarya; borcu borçla kapatmaya çalışan esnaf.
Prekarya; emeği sömürülen işçiler.
Prekarya; mülksüzleştirilen çiftçiler,
Prekarya; sosyal güvencesiz kadınlar.
Prekarya; diplomalı genç işsizler.
Prekarya; iş garantisi olmayan sanatçılar.
Prekarya; göçmenler.
Prekarya; LGBTQİA+’lar.
Prekaryaların; ortak noktaları, güvencesizlik ve sistem karşısındaki kırılganlık. Türkiye’de prekarya, hem apolitik bir umutsuzluk hem de yeni tür bir dayanışma ve direniş potansiyeli barındırıyor. Geziyi prekarya hareketlerinin ilk kıvılcımları olarak görebiliriz. Son yıllarda kuryelerin ve çağrı merkezi çalışanlarının örgütlenme çabaları ve 19 Mart darbesi ile başlayan eylemleri de örnek olarak verebiliriz. Öte yandan, sosyal medyanın da etkisiyle, prekarya kendi hikayelerini anlatma ve görünürlük kazanma konusunda daha etkili hale geliyor.
Türkiye’de prekaryalaşma ve prekilizasyon, sadece ekonomik bir mesele değil, aynı zamanda toplumsal bir gerçeklik. Toplum olarak sahip olduğumuz her şey elimizden alınıyor; diplomamız, mal varlıklarımız, tarım arazilerimiz, meralarımız, ormanlarımız, zeytinliklerimiz, havamız, suyumuz, kentlerdeki yeşil alanlarımız, sofralarımızdaki ekmek, işimiz, geleceğimiz, hayallerimiz elimizden alınıyor. Bu süreç, bireylerin yaşamlarını, hayallerini ve toplumsal bağlarını yeniden şekillendiriyor.
Çözüm, yalnızca daha iyi iş koşulları veya sosyal haklarla sınırlı kalamaz; beslenme, eğitim, sağlık, barınma gibi temel alanlarda kapsamlı bir dönüşüm gerektiriyor. Prekarya, sessiz bir çoğunluk olmaktan çıkıp kendi sesini yükselttikçe, Türkiye’nin toplumsal dinamikleri de değişecek. Soru şu değerli dostlar: Toplum olarak bu sese kulak verip büyütecek miyiz, yoksa belirsizliğin gölgesinde yaşamaya devam mı edeceğiz?
Dostlukla & Dayanışmayla
12.05.2025 - Yenigün Gazetesi





Yorumlar