Gıda Yurttaşlığı: Topraktan Bedene Politik Bir Duruş
- iugurtoprak
- 29 May
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 14 Tem

30 Ekim 2023 Pazartesi günü yayımlanan gazetemizde yer alan “İkinci yüzyılda yurttaşlık kavramına farklı bir bakış: Ekolojik Yurttaşlık ve Gıda Yurttaşlığı” başlıklı yazımda Gıda yurttaşlığına kısa bir giriş yapmıştım sevgili dostlar. Bugün ise Gıda Yurttaşlığı kavramını biraz daha açmaya çalışacağım. Biraz hafızamızı tazeleyelim.
Bildiğimiz üzere gıda, yalnızca biyolojik bir ihtiyaç değil; aynı zamanda sosyolojik, politik ve felsefi bir mesele. Tabağımıza gelen her lokma, tarihsel eşitsizliklerden iklim değişikliğinin yarattığı krize, emek sömürüsünden kültürel kimliklere uzanan bir ağın parçası. Gıda yurttaşlığı, bu ağın farkına vararak, bilinçli bir şekilde ona müdahil olmayı öneriyor. Bu kavram, bireyi pasif bir tüketiciden, gıda sisteminin sorumluluğunu üstlenen bir aktöre dönüştürüyor. Peki, gıda yurttaşlığı sosyolojik, politik, felsefi ve sosyopolitik düzlemlerde ne anlama geliyor? Ve bu bağlamda, Türkiye gibi hem geleneksel hem modern dinamiklerin iç içe geçtiği bir toplumda nasıl bir anlam kazanıyor? Biraz bunları irdeleyelim.
Gıda, toplumsal kimliğin ve dayanışmanın temel taşlarından biri demiştik. Anadolu’nun bereketli topraklarında, yemek masası sadece karın doyurmak için değil, aynı zamanda hikâyeler, anılar ve değerler paylaşmak için kurulur. Ancak modernleşme ve kentleşme ile bu bağ kopmaya başladı. Süpermarket zincirleri, endüstriyel tarım ve tek kullanımlık pratik ürünler, bireyleri gıdanın kökeninden ve üreticisinden uzaklaştırdı. Gıda yurttaşlığı, bu kopuşa karşı bir direnç hareketi aslında. Topluluk destekli tarım projeleri, kooperatifler veya tohum takas şenlikleri, bireyleri yeniden bir araya getiriyor. Gıdanın üretim ve tüketim süreçlerini demokratikleştirerek toplumsal bağları güçlendiriyor. Bu girişimler, sadece ekonomik bir alternatif değil, aynı zamanda komşuluk, dayanışma ve kolektif hafıza gibi sosyolojik değerleri yeniden canlandırıyor.
Gıda, aslında politik bir arena. Kimin neyi, nasıl ve ne kadar yiyeceği, tarih boyunca güç ilişkilerinin bir yansıması oldu. Bugün küresel gıda sistemi, çok uluslu şirketlerin, hükümet politikalarının ve uluslararası ticaret anlaşmalarının hâkimiyetinde. Türkiye’de tarım politikaları, 1980’lerden itibaren neoliberal reformlarla şekillendi: Küçük çiftçiler yerine büyük agrobusiness şirketleri desteklendi, yerel tohumlar yerine hibrit tohumlar teşvik edildi. Bu, sadece biyoçeşitliliği değil, aynı zamanda köylülüğün kültürel ve ekonomik varlığını da tehdit etti. Gıda yurttaşlığı, bu politik düzene karşı bir sorgulama ve müdahale çağrısı.
Örneğin, yerel tohumların patentlenmesi veya GDO’lu ürünlerin tartışmaları, gıdanın politik doğasını açıkça ortaya koyuyor. Vandana Shiva gibi aktivistler, gıdanın “ortak bir miras” olduğunu savunurken, tohumların özelleştirilmesinin bir tür “biyokorsanlık” olduğunu söylüyor. Türkiye’de de yerel tohumların korunması için mücadele eden çiftçiler, bu politik direnişin bir parçası. Gıda yurttaşları, bu mücadeleleri destekleyerek, tarım politikalarına dair söz söyleme hakkını talep ediyor. İmza kampanyaları, protestolar veya bilinçli oy kullanma gibi eylemler, gıdanın politik boyutuna katılım yollarından bazıları.
Gıda yurttaşlığı, felsefi bir duruşu da gerektiriyor: Yediğimiz yemek, hangi değerleri yansıtıyor? Etik bir yaşam, tabağımızdan başlar. Hayvan hakları ve refahı, çevresel sürdürülebilirlik ve emek adaleti, gıda seçimlerimizin felsefi temellerini oluşturuyor. Adil ticaret ürünleri seçmek, uzak coğrafyalardaki kakao veya kahve üreticilerinin emeğine duyulan saygıyı ifade ediyor.
Türkiye’de bu felsefi sorgulama, ne yazık ki henüz yaygın değil. Ancak, örneğin, mevsimsel ve yerel gıdayı tercih edenler, doğayla uyumlu bir yaşam felsefesini benimsiyor. Slow Food hareketinin Türkiye’deki temsilcileri “iyi, temiz, adil” gıda ilkesiyle bu felsefi duruşu yaygınlaştırmaya çalışıyor. Felsefi olarak, gıda yurttaşlığını, Hannah Arendt’in “aktif yurttaşlık” kavramına da bağlayabiliriz sevgili dostlar. Sorumluluk almak, sorgulamak ve eyleme geçmek. Her lokma, bu sorumluluğun bir parçası. Gıda yurttaşlığı, sosyopolitik düzeyde “gıda adaleti” talebiyle şekilleniyor. Gıda adaleti, herkesin güvenli, kültürel olarak uygun ve sürdürülebilir gıdaya ve temiz suya erişim hakkını savunuyor. Ancak küresel gıda sistemi, bu adaleti tehdit ediyor: Afrika’daki kakao işçileri yoksulluk içinde çalışırken, Kuzey ülkelerindeki tüketiciler ucuz çikolata alıyor. Türkiye’de de kırsal bölgelerdeki çiftçiler, ürünlerini düşük fiyatlarla satmak zorunda kalırken, kentlerdeki tüketiciler yüksek gıda fiyatlarından şikâyet ediyor. Bu, sosyopolitik bir çelişki değil mi? Gıda sistemi hem üreticiyi hem tüketiciyi mağdur edebiliyor.
Gıda vatandaşlığı ya da gıda demokrasisi olarak da adlandırabileceğimiz gıda yurttaşlığı, besleyici ve güvenli gıdaya, temiz suya, yalnız parası olanın değil herkesin erişimini savunur demiştik. Buradan baktığımızda gıda yurttaşlığı gıda egemenliği mücadelesini gerektirir. Gıda egemenliği mücadelesi de aslında bir demokrasi mücadelesi. Tarlayı da sofrayı da doğayla uyumlu bir şekilde demokratikleştirme mücadelesi. Sözün, yetkinin ve kararın üreticilerde ve tüketicilerde olacağı bir hak mücadelesi.
Gıda yurttaşlığı, tabağımızdaki yemeğin ötesine bakmamızı talep ediyor. Bu da yediğimiz yemeğin hikayesini merak etmekle başlıyor. Patates hangi tarladan geldi? Yumurtayı üreten tavuk nasıl bir ortamda yaşıyor? Çikolatanın hammaddesi kakao, hangi koşullarda, kimler tarafından toplandı? Üretici hak ettiğini alabiliyor mu? Fabrikada çalışan emekçinin hakkı sömürülüyor mu? Bu sorular, bizi gıda zincirindeki etik, çevresel ve sosyal etkileri düşünmeye itiyor. Yani, her lokma, sosyolojik bir bağ, politik bir duruş, felsefi bir sorgulama ve sosyopolitik bir sorumluluk taşıyor.
Sözün özü sevgili dostlar; tabağımızda sadece bir yemek yok, aynı zamanda değerlerimizin ve önceliklerimizin bir yansıması var. Öyleyse masaya ilk oturduğumuzda şunu düşünelim.
Soru basit: Tabağınız, hangi dünyayı inşa ediyor? Ve siz, bu dünyada nasıl bir yurttaş olmak istiyorsunuz?
Dostlukla & Dayanışmayla
26.05.2025 - Yenigün Gazetesi





Yorumlar