Gıda Egemenliği Üzerine
- iugurtoprak
- 21 May
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 17 Haz

Gıda güvencesi ve gıda güvenliği ifadeleri birbirleri ile karıştırılmakta veya yerine kullanılmakta, gıda egemenliği kavramı ise pek bilinmemekte. Gıda güvenliği gıda güvencesinin bir parçası, gıda egemenliği ise ikisini de içinde barındırıyor. Gıda güvencesi ile gıda egemenliği farklı teknik ve politik içerikleri olan kavramlar.
Gıda güvenliği, gıdalarda olabilecek fiziksel (taş, metal, cam vb), kimyasal (pestisit, ağır metal vb), biyolojik (zararlı mikroorganizmalar) zararların bertarafı için alınan tedbirler bütünü. Günümüzdeki bilimsel ve teknik gelişmelerin birlikte getirdiği çevresel kirlilik ve endüstriyel atıklar, insanların güvenli gıdaya ulaşmalarına engel. Gıdaların üretimi, işlenmesi, taşınması, depolanması ve tüketiciye ulaştırılmasında asgari teknik ve hijyenik koşulların sağlanması ve denetimlerin yapılması zaruri.
Gıda güvencesi, BM’nin kabul ettiği ve anayasamızda sosyal devlet anlayışı çerçevesinde yer alan; sağlıklı ve faal bir yaşam sürdürebilmek için, herkesin her an ekonomik ve fiziki açıdan yeterli ve sağlıklı gıdaya ulaşabilmesi anlamına geliyor. Gıda güvencesinin sağlanabilmesi için yeterli gıdanın var ve erişilebilir olması, insanların gelirlerinin bu gıdayı satın alabilecek düzeyde olması, beslenme gereksinimlerini karşılayabilmesi, süreklilik arz etmesi ve bunların güvence altına alınması gerekiyor. Gıda güvencesi aynı zamanda yeterli ve temiz suya ulaşabilmeyi de kapsıyor. Gerektiğinde gıda ithalatını da içeriyor.
Gıda egemenliği, öncelikle yerli üretime dayanan, özgün ulusal tarım politikalarının uygulanabilmesini ve iç pazarların her türlü uluslararası olumsuz etkiden korunabilmesini öngörür. Ülkelerin tarım, depolama gibi gıda kaynaklarını belirleme ve yönetme hakkı var. Doğru ve yeterli beslenmede gıda çeşitliliği önemli; bu kalıcı çözüm yardımlarla ya da hibelerle sağlanamaz, ancak yerli tarım ve ülke nüfusunu nitelik ve nicelik olarak besleyecek yerli bir tarımsal üretim ile sağlanabilir.
Hemen her gün bir gıda zehirlenmesi haberiyle karşı karşıya olduğumuzu, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın taklit ve tağşiş yapan firmaları ifşasını kayıt ve kontrol dışı gıda üretiminin hala var olduğunu ve yapılan denetimlerin yetersizliğini göz önünde bulundurursak ülkemizde gıda güvenliğinin sağlandığından söz etmemiz pek de mümkün gözükmemekte. İklim değişikliği, tarımsal verim düşüklüğü, tarım arazilerinin azalması, tarım girdi fiyatlarının artması, artan gıda enflasyonu, alım gücünün düşmesi, uygulanan yanlış tarım politikaları gıda güvencesini; tarımsal ürün ithalatının ihracatı aşması, tohum dâhil dışa bağımlı bir ülke haline gelmemiz ise gıda egemenliğini sıkıntıya sokmakta.
Temiz ve sağlıklı gıdaya ulaşmak giderek zorlaştığı için sağlıklı yaşamak da lüks haline geldi. Ayrıca gıdanın adaletsiz dağılımı, tarımsal üretim kalitesinin azalması ve su kirliliğinin artması dünyanın belli bölgelerinde açlık savaşına neden oluyor. Şu an dünyada herkese kadar yetebilecek kadar gıda bulunuyor, fakat buna rağmen halen dünyanın azımsanmayacak kadar büyük bölgelerinde açlık yaşanıyor. Bir tarafta açlık varken diğer tarafta da obezite sorununda ciddi bir artış gözlenmekte. Dünyanın belli bölgelerinde oluşan açlığı engellemek ve gelecek nesillerin obezite olma riskini azaltmak için sürdürülebilir gıda ve tarım sistemleri uygulanmaya başlanmalı. Sürdürülebilir tarım ve gıda sistemlerinin yürütülmesi konusunda geri kalmış ülkemiz, coğrafik konum ve iklim koşulları yönünden tarım yapmaya oldukça elverişli. Bu şansı değerlendirmek ve geliştirmek adına ivedilikle sürdürülebilir tarım ve gıda sistemlerinin konvansiyonel üretimin önüne geçmesi sağlanmalı. Unutulmamalı ki konvansiyonel üretim sınırsız değil.
Kapımızı çalan küresel iklim değişikliğinin yarattığı kriz tarım alanlarının dolayısıyla da gıda kaynaklarının azalmasına neden oluyor. Dünyada şu anda var olan bir savaştan bahsediyoruz. Bu savaş, doğaya karşı verdiğimiz bir savaş. Sorunun en büyük nedenlerinden biri, üretim süreçlerinin ve mevcut kaynakların neo-liberal politikalar ile beslenmiş toplumun, oluşmuş tüketim algısına ve sahte ihtiyaçlarına yetmemesi. Artan nüfus ile birlikte artık kitlesel üretim sadece mevcut kaynaklarımızı hızla tüketmedi aynı zamanda geleceği de ciddi şekilde tüketmeye başladı. Aslında insanlar gelecekte dünyanın doğal kaynaklarının ne derecede tükeneceğini tahmin edebiliyor. Ama buna rağmen bu tehlikeyle savaşan çok az bir kesim olduğu görülüyor. Ekosistem insanlar tarafından oluşabilen bir sistem değil, doğa kendi sınırlarını kendisi çiziyor. Yaşanabilecek olan ekolojik krizi önlemek için ekosistemin sınırlarına insanlar tarafından müdahale olmamalı.
Dünyada milyonlarca çiftçi iflas etti. Küçük üretici tarımdan uzaklaştırıldı. Aile tarımı terk edildi. Aile çiftçiliği, özellikle de sosyal korumaya ve toplumların refahına yönelik politikalarla desteklendiğinde yerel ekonomilerin canlanması için de bir fırsat olarak ortaya çıkmakta. Ülkemizde yaygın olarak bulunan tarımsal üretim kooperatiflerinin gıda güvenliğini sağlayan bir biçimde, katma değerli ürün üreten sistemlere entegrasyonlarını teşvik edici devlet politikaları geliştirilmeli; ortaya çıkan ürünlerin tüketici ile buluşabileceği pazarlar yaratılmalı. Tüm bu süreç içerisinde gıda güvenliğinin sağlanması için istihdam teşviki de halk sağlığı açısından çok önemli. Kooperatif ortağı olan üreticilerin her birinin adeta iç denetçi gibi çalışması, doğru işleyen işini iyi yapan kooperatif yapılarını, aynı zamanda üreticilerin birbiri ile dayanışma içinde çalışmasını mümkün kılacaktır. Kooperatifler sadece kar amacı güden kuruluşlar değil, sosyal fayda üreten yapılardır. Tüketim kooperatifleri de ürün aldığı üreticiler noktasındaki seçimi ile desteklenmesi gereken üreticileri seçerek hem adil, doğru üretimin sürdürülebilirliğini sağlayacak hem de tüketici açısından daha vicdanlı bir alım-satım ilişkisini de mümkün kılacaktır.
Tarımda "milli ve yerli" söyleminin gereği; taşıma suyla değirmeni döndürmeye çalışmak yerine kendi öz kaynaklarımıza yönelmektir. Tarım açısından yeterli toprak büyüklüğü ve verimliliğine sahip ülkemiz; kendi öz kaynaklarına yönelmeli. Tarımsal girdi fiyatlarının ucuzlatılmasıyla başlayacak reform hareketi, getirilecek muafiyet ve özendirmelerle yükseltilmeli, insanımızın ihtiyacı olan bitkisel ve hayvansal üretim gerçekleştirilmeli, toplumun dengeli beslenmesi için gereken et üretilmeli ve tüketimi gelişmiş ülkeler seviyesine yakınlaştırılmalı, bu koşulların sürdürülebilirliği sağlanmalı. Tarımsal üretimde yerel anlamda üretime ciddi destekleri olan, geleneksel üretim girdilerini kullanan, biyolojik çeşitliliğin, gıda egemenliğinin ve sağlıklı beslenmenin temel unsuru aile tarımcılığı ya da küçük çiftçilik desteklenmeli, gıda güvenliğini sağlayan bir biçimde, katma değerli ürün üreten sistemlere entegrasyonlarını teşvik edici ve sosyal korumaya yönelik devlet politikaları geliştirilmeli, ortaya çıkan ürünlerin tüketiciyle buluşabileceği pazarlar yaratılmalı. Atılan her adımda, hedef sürdürülebilir üretim olmalı ve tarımın, serbest piyasa koşullarına terk edilemeyecek kadar stratejik bir sektör olduğu akıldan çıkartılmamalı.
Dostlukla & Dayanışmayla
03.03.2023 - Yenigün Gazetesi





Yorumlar