21 Yıllık AKP Hükümetleri ve Tarım-Gıda Politikaları Üzerine
- iugurtoprak
- 21 May
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 17 Haz

Evet sevgili dostlar;
Hepimizin bildiği üzere gıdalar ve su insanların yaşamlarını sürdürebilmeleri için vazgeçilemez ve ertelenemez ihtiyaçlarıdır. Bu nedenledir ki; insanların dini, dili, rengi, cinsiyeti ve milliyeti ne olursa olsun aktif ve sağlıklı bir yaşam için gereksinim duyduğu yeterli, sağlıklı, güvenilir ve besleyici gıdaya fiziksel ve ekonomik bakımdan sürekli erişebilmesi kısaca gıda güvencesinin sağlanması bir insan hakkı olarak kabul edilmiştir.
Gıda güvencesi kavramı insanların tükettikleri suyu da gıda tanımı içine alır.
Sadece tüketim amaçlı suya değil, kullanma suyuna erişim de çok temel bir haktır.
Ancak; küreselleşen dünya düzeninde tarım ve gıda ürünleri ile su ticari birer meta olarak görülüp serbest piyasa koşullarına terk edildiklerinden insanların gıda ve suya yeterince ulaştıklarını iddia etmek ne yazık ki pek de mümkün olmamaktadır.
Ülkemizde geçen 21 yıllık AKP hükümetleri iktidarında neler olmuş bir hatırlayalım.
Devlet Planlama Teşkilatı kapatıldı.
TEKEL önce alkolün ardından da sigaranın özelleştirilmesiyle tasfiye edildi.
ÇAYKUR Varlık Fonu’na devredildikten sonra sürekli artan bir şekilde zarar etmeye başladı.
Şeker fabrikaları özelleştirildi.
Gübre üretimi yapan kamu işletmeleri özelleştirildi. Gübre fiyatlarının özel sektör tarafından belirlenmesinin önü açıldı.
Büyükşehir Kanunu ile bir gecede 16 bin köyün tüzel kişiliği ortadan kaldırıldı.
Gıda krizi kat kat arttı. Ucuz ekmek, et kuyrukları oluşmaya başladı. Çözüm olarak Tarım Kredi Kooperatif marketleri, tanzim satışları devreye alındı ama piyasadaki gıda fiyatları düşmedi.
Meclis’e sunulan Orman Kanunu düzenlemesiyle üreticilerin üretim öncesi Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan izin alması hükme bağlandı. Sözleşmeli üretimin zorunlu olması sağlandı.
Tarımın gübre, tarım ilacı, yem ham maddeleri gibi en önemli girdilerinde ithalata bağımlı hale gelindi. Günümüzde tarımın en başta gelen sorununu yüksek girdi maliyetleri.
Üretici fiyatı ile market fiyatı arasında yüzde 300-400 oranında fark oluştu, üretimden pazarlamaya uzanan zincirde, çiftçilerin egemenliği açısından herhangi bir çalışma yapılmadı.
İşlenen tarım arazileri giderek azaldı; ürettiğinden para kazanamayan, emeğinin karşılığını alamayan çiftçi ekmekten vazgeçti.
Tarımda üretim planlaması yapılmadığı için üretim -dolayısıyla çiftçi gelirleri- yıldan yıla dalgalanma gösterdi.
Sulama yatırımları ciddi anlamda ihmal edildi.
Tarım arazileri, meralar, zeytinlikler, ormanlıklar, sulak alanları ve su havzaları ranta kurban edilerek amaç dışı kullanıma açıldı.
HES’lerle dereler kurutuldu. Yanlış uygulamalı JES’lerle içme, sulama ve kullanma sularının kalitesi bozuldu, tarım arazileri kirlendi ve verimsizleşti.
Çiftçilerin hak arama örgütleri olan sendikalarıyla ilgili iç hukuk düzenlemesi yapmaktan özellikle kaçınarak çiftçilerin örgütsüz kalmalarına, haklarını aramalarına engel oldu.
AKP hükümetlerinin uyguladığı politikalar dışa bağımlılığı azaltmak yerine giderek artırarak üretimi sürdürülemez hale getirdi. Bir zamanlar büyük ölçüde kendi kendine yetebilen ülkelerden biri olan Türkiye uygulanan neoliberal politikalar sonucu bu kabiliyetini yitirdi. Arz eksikliği nedeniyle fiyatı artan her ürün için fiyatı ithalatla düşürme kolaycılığına başvuruldu. Ama çözüm olmadı.
Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı tarafından hazırlanan Dünya Yoksulluk Haritası’na göre, Türkiye’de nüfusun yaklaşık 15 milyonu yeterli gıda tüketemiyor ve her ay on binlerce yurttaşımız bu listeye ekleniyor.
Türkiye’de 5 yaş altı yaklaşık 1 milyon çocuk akut yetersiz beslenme yaşıyor; yani, çocuklar ihtiyaç duydukları besinleri alamadığı için gelişemiyor. Yaklaşık 3 milyon çocuk ise kronik yetersiz beslenme yaşıyor.
Eğitim Sen’in ‘2022-2023 Eğitim Öğretim Yılı Başında Eğitimin ve Okulların Durumu’ başlıklı raporuna göre, Türkiye’de çok sayıda öğrencinin okula kahvaltı yapmadan gittiği, birçok öğrencinin okulda yemek yemeden günü tamamladığı ve eve döndüğünü belirtiliyor.
The Economist tarafından derlenen gıdaya ekonomik gücün yetmesi, erişebilme, kalite ve güvenlik unsurlarını içeren Küresel Gıda Güvenliği Endeksinde Türkiye, 2012-2020 arasında dünyada gıda güvenliğinde en çok kan kaybeden 7'nci ülke oldu. Türkiye endeksin ilk hazırlandığı yıl olan 2012'de 36'ncı sırada yer alırken, 9 yılda 11 sıra birden kaybetti. Son endekste Türkiye 47'nci sıraya düşerken, son bir yılda 6 basamak birden geriledi. Her ne kadar Tarım ve Orman Bakanı efsane olarak nitelendirse de bir zamanların “gıdada kendine yeten nadir ülkelerinden” biri olan ülkemiz, halkının gıda ürünlerini “satın alabilirliği” sıralamasında 65'inci sırada yer alarak bırakın gelişmiş ülkeleri Botsvana, Şili, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün gibi pek çok ülkenin maalesef ki gerisindeyiz. Gıda kalitesi kategorisinde 45, sel, yangın, sıcaklık artışı gibi faktörlerin ele alındığı doğal kaynaklar kategorisinde ise, 53'üncü sıraya gerilemiş durumdayız.
DİSK-AR tarafından Nisan ayında yayınlanan rapora göre AKP döneminde yıllık resmi enflasyon 20,8 puan yükseldi. TÜFE 20 yılda yüzde 1.169, gıda enflasyonu, yüzde 1.749 arttı. TÜFE ve gıda fiyatları endeksi artmaya devam ediyor. 2005 yılında 115 olan TÜFE, 2023’te 1.269’a yükseldi. 2005’te 113 olan gıda fiyatları endeksi ise 2023’te 1.849’a yükseldi. Böylece 2005’ten bu yana TÜFE 1.155 puan, gıda fiyatları endeksi 1.736 puan arttı. 2005’te yüzde 7,9 olan enflasyon oranı 2023’te yüzde 50,5’e yükseldi. 2005’te yüzde 4,8 olan gıda enflasyonu ise 2023’te yüzde 67,9’a yükseldi. Emeklilerin ve dar gelirlilerin gıda enflasyonu yüzde 87-100 aralığında ve ortalama resmi enflasyon gelir gruplarının alım gücünü yansıtmıyor.
Türk-İş 2023 Nisan verilerine göre ise, 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 33.014,66 TL, açlık sınırı 10.135,50 TL, Bekar bir çalışanın aylık yaşama maliyeti 13.167,15 TL. Asgari ücretin 8.506 TL olduğu düşünüldüğünde, geçen 21 yılda belirli bir zümre hariç herkesin yoksul, çoğunluğun aç olduğu bir ülke yaratıldı.
Gelirin, gıdanın ve suyun adaletsiz dağılımı temiz, sağlıklı ve güvenli gıda ile suya ulaşmayı giderek zorlaştığı için sağlıklı yaşamak artık lüks haline geldi. Oysa, 1966 yılında kabul edilen Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesinde, "Cinsiyeti ve yaşı ne olursa olsun, her insanın her zaman sürekli, yeterli, güvenli ve kültürel tercihine uygun gıdaya veya gıda üretmek için gerekli araçlara ulaşma hakkı vardır. İnsanlar gıda ihtiyaçlarını kendi kontrollerinin dışında, engelli, yaşlılık, ekonomik yetersizlikler, hastalık, felaket ya da ayrımcılık gibi durumlarda karşılayamadıkları zaman gıda ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmalıdır." denmektedir.
Biyolojik çeşitliliğin arttırıldığı, yerel tohumların kullanıldığı, aile çiftçiliği ve kooperatifçiliğin desteklendiği, gıda egemenliği ilkelerine dayalı, kamucu bir tarım ve gıda politikalarının hâkim kılındığı bir ülkede yaşayabilmek umuduyla…
Dostlukla & Dayanışmayla
29.05.2023 - Yenigün Gazetesi





Yorumlar