top of page

16 Ekim Dünya Gıda Günü

Güncelleme tarihi: 17 Haz


ree

 

Her yıl 16 Ekim’de kutlanan Dünya Gıda Günü, bizleri gıda sistemlerinin sürdürülebilirliğini ve küresel açlıkla mücadelenin önemini bir kez daha düşünmeye davet ediyor. FAO’nun (Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü) kuruluş yıl dönümü olan bu gün, yalnızca açlıkla mücadeleyi değil, aynı zamanda dünyamızın gıda sistemlerini daha adil, sürdürülebilir ve dirençli hale getirme çabalarını da ön plana çıkarıyor. Bu yılın teması Yaşam ve Gelecek İçin Gıda Hakkı. Gıda derken tabi ki Suyu da bunun içinde düşünmek gerek.

Dünya genelinde hala milyarlarca insan yeterli ve güvenli gıdaya erişemiyor. Bu küresel sorun, açlık ve yetersiz beslenmeyle sonuçlanıyor. Ancak bir yanda gıda kıtlığı yaşanırken, diğer yanda yıllık 1.3 milyar ton gıdanın israf edildiği gerçeğiyle de karşı karşıyayız. Bu büyük çelişki, mevcut gıda sistemlerinin nasıl sürdürülemez olduğunu ve acil bir dönüşüm gerektiğini de gösteriyor.

Gıda güvencesi, herkesin yeterli, besleyici ve güvenli gıdaya sürekli erişimini ifade eder. Ancak Türkiye’de bu tanımın tam olarak karşılanmadığı, özellikle kırılgan grupların ve düşük gelirli ailelerin gıdaya erişim konusunda sıkıntı yaşadığı görülüyor. Son yıllarda artan gıda fiyatları, iklim değişikliğinin etkisiyle azalan tarımsal üretim ve tarım arazilerinin kentleşme ve yanlış politikalarla yok edilmesi, gıda güvencesini ciddi şekilde tehdit ediyor.

Daha fazla gıda üreterek açlık sorununu çözemeyeceğimiz aşikâr. Gıda kayıplarını azaltmak, tüketicilerden üreticilere kadar tüm paydaşların bilinçlenmesini sağlamak ve sürdürülebilir üretim sistemlerine geçmek zorundayız. Tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmek, gıdaya olan saygımızı yeniden kazanmakla, iyi bir gıda yurttaşı olmakla başlar.

Türkiye, hem coğrafi hem de iklim koşulları açısından geniş bir tarımsal üretim potansiyeline sahip olmasına rağmen, ithalata dayalı bir gıda sistemi oluşturarak kendi kendine yeterlilikten uzaklaştı. Örneğin, stratejik öneme sahip buğday gibi ürünlerde bile dışa bağımlı hale geldik. Bu durum, yerel üreticiyi zor durumda bırakırken tüketicilerin de yüksek gıda fiyatlarına maruz kalmasına neden oluyor.

İklim değişikliğinin yarattığı kriz, tarımsal üretimi doğrudan etkileyen en büyük tehditlerden biri. Kuraklık, seller, aşırı sıcaklar ve değişken hava koşulları, hem ürün miktarını hem de gıdanın kalitesini olumsuz etkiliyor. Bu değişiklikler, çiftçiler için belirsizlik ve risk anlamına geliyor. Özellikle Türkiye gibi iklimsel çeşitliliği yüksek ülkelerde, iklim değişikliğine karşı tarımsal üretimin adaptasyonu kritik bir öneme sahip.

Ancak, iklim değişikliği yalnızca tarım politikalarını değil, bireysel alışkanlıklarımızı da yeniden gözden geçirmemizi gerektiriyor. Et ve süt ürünleri gibi yüksek karbon ayak izi bırakan ürünlerin tüketimini azaltmak, bitkisel kaynaklı beslenmeye yönelmek, tarımda su verimliliğini artıran yöntemlere geçmek, yerelde üretip yerelde tüketmek bu bağlamda çok önemli.

Gıda fiyatları, enflasyonla birlikte hızlı bir şekilde artarken, bu artış dar gelirli vatandaşlar için büyük bir sorun teşkil ediyor. Özellikle temel gıda maddelerine ulaşmakta zorlanan aileler, ucuz ama besin değeri düşük yiyeceklere yönelmek, tek tip beslenmek zorunda kalıyor. Bu da toplumun genel sağlık seviyesini olumsuz etkiliyor; çocuklarda büyüme geriliği, yetişkinlerde obezite ve kronik hastalıklar gibi sonuçlarla karşı karşıyayız. Küresel gıda dağılımındaki bu adaletsizlik, toplumlar arasındaki eşitsizlikleri derinleştiriyor. Gelir düzeyi düşük ülkelerde açlık yaygınken, refah seviyesi yüksek ülkelerde gıda fazlalığı ve obezite gibi sorunlarla karşılaşılıyor. Gıdaya erişim, yalnızca tarımsal üretim kapasitesiyle ilgili değil; bu aynı zamanda sosyal adalet ve politik kararlarla da şekilleniyor.

Daha adil bir gıda sistemi inşa etmek için hem uluslararası hem de yerel düzeyde politikaların gözden geçirilmesi gerekiyor. Gıda egemenliği, her toplumun kendi tarım politikalarını belirlemesi ve dışa bağımlı olmadan kendi halkını besleyebilmesi anlamına gelir. Bu bağlamda, küçük çiftçilerin güçlendirilmesi, yerel gıdanın teşvik edilmesi ve tarım ve gıda politikalarının sosyal adaleti gözeterek, çiftçileri, meslek odalarını ve tüketicileri dinleyerek düzenlenmesi şart.

Gıda güvencesizliğinin önüne geçmek için atılacak ilk adım, tarımsal üretimi desteklemek ve küçük üreticilerin güçlendirilmesidir. Yerel tarımın teşvik edilmesi, sürdürülebilir tarım tekniklerinin yaygınlaştırılması ve üretici ile tüketici arasındaki köprülerin güçlendirilmesi, gıda sistemimizi daha dayanıklı hale getirebilir. Kırsal kalkınma projeleri, genç çiftçilerin desteklenmesi ve tarım arazilerinin korunması, bu hedeflere ulaşmada önemli bir rol oynayacaktır.

Dünya Gıda Günü’nün Türkiye için anlamı, bu sorunlara dikkat çekmek ve çözüm yolları aramak olmalı. Yerel üretimin desteklenmesi, gıda israfının azaltılması ve tarımda sürdürülebilir politikaların hayata geçirilmesi, gıda güvencesinin sağlanması için atılması gereken adımların başında geliyor.

Dünya Gıda Günü, yalnızca sorunlara işaret eden bir gün olmamalı. Aynı zamanda, geleceğe yönelik umut taşıyan bir değişim çağrısı. Sürdürülebilir tarım, yerel üretim, adil gıda dağıtımı ve çevreye duyarlı üretim ve tüketim alışkanlıkları, dünya genelinde açlıkla mücadelede önemli adımlar olarak öne çıkıyor. Bu büyük hedeflere ulaşmak için her birimize düşen sorumluluklar var. Bunun bilincinde davranmamız şart.

Dünya Gıda Günü’nün bize hatırlattığı en önemli gerçek de, herkesin sağlıklı ve yeterli gıdaya erişim hakkı olduğu. Bu konuda devletlerin, sivil toplum kuruluşlarının ve bireylerin sorumluluk alması gerekir.

Bugün yapacağımız küçük değişiklikler, yarının dünyasında büyük farklar yaratabilir.

Artık her 16 Ekim Dünya Gıda Gününde açlıktan, yoksulluktan ve yoksunluktan bahsedilmeyen, hakça ve adil paylaşımın olduğu bir ülkede ve dünyada nice 16 Ekimlere…


Dostlukla & Dayanışmayla


14.10.2024 - Yenigün Gazetesi

 
 
 

Yorumlar


© 2025 by Turiakopurg

bottom of page